Pulmoner hipertansiyonu, yani akciğerdeki yüksek kan basıncının ne olduğunu açıklamadan önce biraz hafızamızı tazeleyelim ve hastalığımızda yer alan aktörleri yakından tanıyalım.
İçinden kan geçen her şeyde, tansiyon mevcuttur. Tansiyon, kan basıncını ifade eder. Kanın kalpten dokulara taşınırken damarların duvarlarına, uyguladığı basınçtır. Hipertansiyon da, normal değerler üzerinde ve süreklilik arz eden tansiyondur. Arteriyel sistolik ve diastolik olmak üzere iki bileşenden oluşur. Sistolik (büyük) (resimde 120 mmHg) değer kalp kasıldığında, kalbten damarlara doğru pompalanan kanın damar duvarında yaptığı basınçtır, diastolik (küçük) (resimde 80 mmHg) değer ise kalp gevşediğinde hala damar duvarında mevcut olan basınçtır.
Pulmoner Hipertansiyon; içerisinde yer alan, "Hipertansiyon” kelimesi ile, ilk başlarda hastalığımızı küçümsememiz ve hafife almamızla birlikte zamanla çok değil altı ay içerisinde tecrübe ile Nefes” olduğunu anladığımız tedavi edilmediğinde ölümcül olabilen bir hastalıktır. Hastalığın ilk safhalarında sırf kendimiz değil yakın çevremiz de bu hastalığı hafife alabilir. Sıkça çevremizden şöyle ifadeler duyabiliriz; "Yediğine, içtiğine dikkat edersen ve ilaçlarını da düzenli kullanırsan birşeyin kalmaz. Bak bende de tansiyon var."... gibi.
Not: Büyük dolaşım (sol kalp) için Yetişkin insanlarda sistolik (büyük) tansiyon normal değerleri 10 ila 14 cm (cıva basıncı), kalbin gevşediği yani kanın kalbe dolduğu sırada ölçülen diastolik kan basıncı 9 cm cıva basıncıdır. Bu değerlerin altındaki kan basıncına, Hipotansiyon. Bu değerlerin üzerindeki kan basıncına ise Hipertansiyon denir.
Vücudumuzda üç çeşit damar bulunur. Kanımızı organlara taşıyan, çeşitli en ve boydaki esnek hortumlardır.
Toplardamarlar / venler: Kanı kalbe geri toplayan damarlardır.
Atardamarlardır / arterler: Kanı kalpten organlara atan damarlardır.
Kılcal damarlardır / kapiller: En küçük, en ince damarlarımızdır. Atardamarlarla toplardamarları birbirine bağlayan tek sıralı epitel; vücudumuzdaki dokuyu oluşturan hücrelerinden yapılmış küçük yarıçaplı damarlardır. Kanı atardamarlardan toplardamarlara taşır. Kılcaldamarlar tüm vücut hücrelerinin aralarını bir ağ gibi sararlar. Kanın akış hızı bu damarlarda en yavaştır. Böylece kandaki besin ve oksijenin hücrelere, hücrelerde oluşan karbondioksit ve artık maddelerin da kılcal damarlara geçmesi için zaman sağlanmış olur.
Ortalama bir insan vücudundaki kılcal damarların toplam uzunluğu yaklaşık 40.000 km'dir.
Her organın, temiz kan getiren oksijen ve kirli kanı götüren karbondioksit damarı mevcuttur. Kanı, kalp bütün vucudumuza pompalarken, akciğerimiz de kanı işler. Pulmoner arter, akciğer atar damarı sağ ventrikülden çıkarak ikiye ayrılır ve akciğerlere oksijenlenmek üzere, kirli kanı; karbondiyoksit yüklü kanı getirir.
Arterler (Atardamarlar):Kalpten pompalanan kanın tüm vücut hücrelerine taşınmasını sağlarlar. Sadece pulmoner arter dışında bütün arterler temiz kan taşır. Geniş arterler kalbe yakındır, kalpten uzaklaştıkça daralırlar ve daha da küçük olan arteriollere ayrılırlar. Arterioller arterlere nazaran daha fazla düz kas hücreleri içerirler. Bu sayede daha kolay daralıp genişlerler. Temiz kanın bulunduğu sol ventrikülden çıkıp, yukarıya doğru yükselen ana atar damar aort olarak adlandırılır. Kalbi besleyen arterler buradan ayrılır.
Endotel hücreleri kan damarlarının en iç yüzeyini döşer ve damar duvarıyla dolaşan kan arasında ayırıcı pürüzsüz bir yüzey oluşturur. Teflon tabaka misali bu yüzey kan akışını kolaylaştırır. Endotel hücreleri bariyer oluşturma, vazokonstrüksiyon (damarların büzülmesi), pıhtılaşma ve yangı (vücudun savunma mekanizmasını harekete geçiren alarm) gibi birçok damarsal biyolojik olayda rol alır. Adeta damarların içinde, kanın dışarıya sızmasını engelleyen tek sıra fayans kaplamadır. Kılcal damarlar sadece endotelyumdan yapılı iken atar ve toplardamarların en iç kısmında endotelyum bulunmaktadır.
Endotelyum, vasküler tonusu, hücre çoğalmasını, trombositlerin ve lökositlerin damar duvarı ile etkileşimini düzenleyen, tromboregülatör molekülleri ve büyüme faktörlerini sentezleyebilen, fiziksel ve kimyasal uyarılara yanıt verebilen vasküler düz kas ile damar lümeni arasında uzanan bazal membran üzerinde yerleşmiş tek sıralı yassı epitel hücrelerden oluşan bir dokudur.
ENDOTELDEN SALINAN MEDİYATÖRLER | ||
Mediyatör; hücre tarafından salgılanan kimyasallar. | ||
Vazodilatör Mediyatörler | Vazokonstrüktör Mediyatörler | |
Adenozin | Endotelin-1 (ET-1) | |
Nitrik Oksit | Anjiyotensin II Endotel | |
Endotel Kaynaklı Relaksan Faktör (EKRF) | Kökenli Konstrüktör Faktör (EKKF) | |
Prostasiklin (PGI2) | Platelet Aktive Edici Faktör (PAF) | |
Endotel Kaynaklı Hiperpolarizan Faktör (EKHF) |
Endotel disfonksiyonu (işlev bozukluğu) denir. Uzun süreli damarda daralma baskısı damarın orta ve dış tabakasında hipertrofi adı verilen damar katmanlarındaki hücre sayısı aynıyken mevcut hücreler büyümeye, irileşmeye başlar. Bu da damar katmanlarını dolgunlaştırarak lümeni daraltır.
Kalbin sağ ve sol tarafı birbirine bağlı ve uyumlu iki ayrı pompa gibi çalışır ve farklı embriyolojik kökene sahiptir. Farklı yapısal özelliklerinden dolayı kalbin, her iki tarafında farklı işler yapılır. Sağ ventrikül, sol ventriküle göre daha az miktarda kas dokusuna sahiptir. Sağ ventrikül sol ventrikülün iş gücünün ancak %25’ini kullanarak aynı atım hacmini sağlar. Bu nedenle sola göre duvarları daha ince ve daha esnektir.
Kalp, dolaşımın pompasıdır. İstirahat halinde dakikada 60-80 kez tüm vücuda kan pompalar. Dakikada yaklaşık 5 litre, günlük ise 9.000 litre kanı vücuda pompalar. Kalp iki bölümden oluşur; sağ kalp ve sol kalp. Kalbin sağ ve sol kısımları birbirinden bir duvarla (Septum) tamamen ayrılır. Her bölümde de 2 odacık var. Kulakçık denilen Artrium ve Karıncık denilen ventrikül. Kalp, 4 odacıklı ve 4 kapakçıklıdır. Sağ atrium (Sağ Kulakçık), Sol atrium (Sol Kulakçık), Sağ Ventrikül (Sağ Karıncık), Sol Ventrikül (Sol Karıncık).
Sağ kulakçığa vücuttaki oksijen fakiri karbondioksit yüklü venöz kan, dolaşımdan geri gelir. Sağ karıncık, bu kanı temizlemek üzere akciğerlere pulmoner arterden (akciğer atardamarından) pompalar. Sol kulakçık temizlenmiş, oksijen yüklenmiş olarak akciğerlerden pulmoner venden (akciğer toplardamarından) gelen kanı akciğerlerden toplar, sol karıncık da temiz kanı aort atardamarından, ayağımızdan başımıza kadar bütün vücudumuza pompalar. Sol karıncığın pompalama görevinden dolayı duvar yapısı diğer boşluklara göre oldukça gelişmiştir.
Sol kalp, kanı ayağımızdan başımıza kadar bütün vücudumuza pompalar. Buna, sistemik ya da büyük dolaşım denir. Sağ kalpte kanı, solunum için akciğere gönderir. Buna, pulmoner ya da küçük dolaşım. (4,5) Kan kalp içinde aynı yönde akarak, 4 kapakçığın yardımıyla 4 bölmeden geçer. Bu kapakçıkların isimleri; triküspit, pulmoner, mitral, aort kapakçıklarıdır.
Sağ kulakçık: Sağ kulakçığa yukarıdan üst ana toplardamar, aşağıdan alt ana toplardamar açılır. Bu damarlar ile venöz kan, kalbe döner.
Sağ karıncık: Bu boşluktan venöz kan akciğerlere pompalanmaktadır. Pompalama görevi nedeniyle duvarı kalındır. Sağ ve sol karıncıklar aynı anda kasılır. Kasılan karıncıktan kani akciğer atardamarı (pulmoner arter) yolu ile akciğerlere gönderilir.
Sol kulakçık: Bu boşluğa, akciğerlerden oksijenlenerek dönen kanı getiren dört adet akciğer toplardamarları (pulmoner venler) açılır. Buraya gelen kan, sol karıncığa geçer.
Sol karıncık: Kalbin diyafragma’ya bakan yüzünde yer alır. Sol kulakçıktan gelen arterial kan, bu boşluktan pompalanmakta ve Aortla vücudun en ince kapillerine kadar gönderilmektedir. Pompalama görevinden dolayı duvar yapısı diğer boşluklara göre oldukça gelişmiştir.
Kulakçıklar ile karıncıklar arasında ve karıncıklar ile buradan çıkan damarlar arasında 4 kapakçık bulunmaktadır. Kalp kapakçıklarının amacı kaplte kan akışının yalnızca tek yönde ilerlemesini sağlamak ve kanın geriye dönüşümünü engellemektir.
Triküspid kapak: Kalbin sağ kulakçığı ile sağ karıncığı arasında bulunur ve işlevi kanın kulakçıktan karıncığa akışını sağlamak ve karıncıktan kulakçığa geri çıkmasını önlemektir.
Pulmoner kapak: Sağ karıncık ile pulmoner arter (akciğer arteri) arasındaki sağ karıncıkdan pompalanan kanın geri dönüşünü engelleyen üç adet yarım ay şeklindeki kapaklardır.
Mitral kapak: Kalpte sol kulakçık ve sol karıncık arasında yer alan ve iki yaprakçıktan oluşan bir kapaktır ve işlevi kanın tekrar sol kulakçığa gitmesini önlemektir.
Aort kapağı: Sol karıncık ile aort arasında bulunur. Bu kapaklar sol karıncıkdan pompalanan kanın geri dönüşünü engeller.
Göğüs kafesi, 12 adet sağda 12 adet solda olmak üzere toplamda 24 kaburga kemiğinden meydana gelir ve hayati organlarımız akciğer ile kalbimizi darbelere karşı korur. Akciğer, solunum sistemimizin bir parçasıdır. Soluk alındığında burun ve ağızdan giren, hücrelerimizin yaşaması ve normal fonksiyonlarını yerine getirebilmesi için gerekli olan hava nefes borusu ve sonrasında bronşlardan geçerek akciğerlere ulaşır. Daha sonrasında hava akciğerlerde bulunun bronşlardan geçerek alveollere gelmektedir. Alveoller, bronşlar dallanarak akciğer dokusu içine dağılır ve bronşioller aracığıyla havayı alveollere getirir. Alveoller, gaz değişiminin yapıldığı hava kesecikleridir. Burada oksijen (O2) kana yüklenir ve Nefes verdiğimizde vücudumuzdaki hücrelerin oksijeni yakması sonucu oluşan atık ürünü karbondioksit ( CO2 ) akciğerlerden dışarı atılır. (6) Akciğerde lob diye adlandırılan bölümler vardır ve aslında her bir lob, bir akciğerdir. Sağ akciğer ile sol akciğer arasındaki en büyük fark lob sayılarından kaynaklanır. Sağ akciğerde 3 lob, sol akciğerde 2 lob vardır. Bunun nedeni kalbin normalde vücudun sol tarafında olmasıdır. Akciğerin bir diğer görevi de kan akciğerlerde soğuduğu için vücut sıcaklığını ayarlamaya yardımcı olmasıdır. Akciğerler, vücudun pH’ının dengede kalmasını sağlayan önemli tampon sistemlerden biridir. Akciğerler vücut sıvılarındaki karbondioksit miktarına göre solunum sayısını, derinliğini artırarak veya azaltarak vücudun asit baz dengesini korur.
Akciğerlerimizin içi, bir ağacın dallarına benzer. Her bronş tekrar ve tekrar daha küçük dallara ayrılır. Bu bronşların en küçüğüne bronşçuk ya da bronşiyol denir. Bronşçuklar saçımızın telinden daha incedir ve her bronşçuk alveol denilen, üzüm salkımına benzeyen bir yığın hava keseciği ile son bulur. Doğumda toplam alveol sayısı 20 milyon kadardır. Alveoller 8-10 yaşına kadar artarak erişkindeki 600-700 milyon sayısına ulaşır.
Normal şartlarda soluk alışverişi dakikada yaklaşık 15 kez tekrarlanmaktadır. Yetişkin bir insanda akciğerler yaklaşık 6 litre hava alabilmektedir.
Üst Solunum Sistemi
Burun ve Görevleri: Burun, özellikle de burun delikleri, solunum borusuna birincil giriş ve çıkış noktalarıdır. Burun deliklerine girdikten sonra, oksijen bakımından zengin hava burun boşluğundan akar, burun deliğinin hemen arkasında bulunan içi boş bir alan, nemlendirilmiş ve arındırılmış, toz ve diğer parçacıklardan arındırılmıştır.
Temizleme işi, burun boşluğunun iç duvarlarını astarlayan mukoza ve silsileyle (küçük saç benzeri yapılar) gerçekleştirilir ve bu da burun boşluğunu sarar ve bu da burun delikleri vasıtasıyla vücudun dışına iter.
Ekshalasyon sırasında (nefes verme), burun boşluğu, vücuttan çıkan havadaki nemi toplar ve korur.
Ağız ve Görevleri: Nefes alırken ağız, havanın solunum yoluna girmesi için ikincil giriş olarak işlev görür. Bu nedenle, engellenmiş bir burun veya havanın burun boşluğundan geçemediği bir başka benzer problem durumunda, ağız soluma ve nefes verme ile yardımcı olur. Bununla birlikte, mukoza zarı ve siliyeri yoktur ve burun boşluğu gibi havayı nemlendirmez.
Yutak ve Görevleri: Burun boşluğunun hemen arkasında yer alan küçük boru şeklindeki yapı, farenks solunum havasının solunum yolunun bir sonraki bölümüne (larenks) geçmesine izin vererek çalışır.
Larenks ve Görevleri: Solunumda inhale edilen (nefes alınan) havanın trakaya geçmesi için basit fakat önemli bir amaca sahiptir ve dışarı verilen hava farinks ve burun boşluğuna doğru dışarıya çıkmaktadır. Gırtlak borusunun üst ucunda epiglottis adı verilen , yutma sırasında yiyecekleri kapatarak gıdalar hava yollarına girip sizi boğazlayamayan ince bir flep vardır.
Alt Solunum Sistemi
Trakeanın İşlevi: Trakea veya nefes borusu, solunum yolunun en uzun kısmı olup , larinks alt ucundan başlayarak akciğerlerin yakınındaki iki ana bronşa bölünür. Havanın solunum yolunun diğer bölümleri yoluyla akciğerlere ve akciğerlerden geçmesine izin verir.
Trakeal Kıkırdak: Trakeal boruyu çevreleyen yaklaşık 20 kıkırdak halkası, birbirine trakea esnek kalmasına ve solunum sırasında şeklini korumasına yardımcı olan düz dokular ve bağ dokuları ile birbirine yapıştırılmıştır.
Bronşun Görövleri: Akciğerlere giren solunum borusu kısmı olan sağ primer bronş, havanın sağ akciğe girmesinden sorumludur, sol primer bronş ise havanın sol akciğerden geçmesini sağlar.
Pürüzsüz Kaslar: Hem trakeal hem de bronş duvarları düz kaslar içerir, bu da hava yollarındaki hava akışını düzenleyen bir çeşit istemsiz kastır. Daha fazla hava gerektiğinde, kıkırdak halkaları ve düz kaslar, artan hava akışını karşılamak için trakea ve bronşların iyi genişleyebildiğinden emin olunur.
Bronşiollerin Görevleri: Bronşlar akciğerlere girdikten sonra, inhale edilen havayı solunum yollarının son bölümü olan alveollere taşımakla sorumlu olan daha küçük dallara veya bronşiollere bölünürler.
Pulmoner Alveollerin Görevleri: Alveol olarak bilinen her bronşiole (terminal bronşiol) ucunda küçük hava dolu keseler kümesi vardır. Bu, gaz alışverişi sürecini yürüten solunum sisteminin parçasıdır. Her alveolü çevreleyen bir kan kılcal damarı var. Hava alveol’e ulaştığında, bir hücre kalın membranı içerdeki oksijenin kan kılcal damarlarına taşınmasını mümkün kılar.
Pulmoner Sürfaktan: Esas olarak fosfolipidlerden oluşan pulmoner sürfaktan, alveollerdeki yüzey gerilimini azaltmak için onları etkilemekle sorumludur ve akciğerler, ekspirasyon sırasında hava dışarı fırladığında çökerler.
Akciğerlerin Görevleri: Sol ve sağ akciğerler havanın vücuda girip çıkmasını sağlamakla sorumludur, bu nedenle kana sürekli olarak oksijen verilmektedir. Alveol akciğer ana fonksiyonel birimleri, aynı zamanda vücutta (beyin) ile birlikte, karbon dioksit miktarını izleyerek kan pH dengesini korumaya yardımcı olur, kan dolaşımından herhangi bir gaz kabarcıkları ve filtre bir embolizere yol açabilir.
Akciğer Lobları: Sağ akciğer üç loba bölünürken, sol akciğerin ikisi vardır. Bu beş lobun her biri vücudun her tarafından gelen oksijensiz kan ile uğraşan aynı işleve sahiptir.
Torasik Boşluk: 12 çift kosta, vertebral kolon ve göğüs kemiği veya göğüs kemiği ile çevrili göğüs boşluğu akciğerleri ve kalbi barındırır.
Plevral Membranlar ve Plevral Boşluk: Akciğerler, viseral plevra (dış akciğer duvar membranı) ve kostal plevra (iç akciğer duvar zarması) ile çevrilidir ve bu iki bölgenin arasındaki boşluk plevral boşluk tarafından salgılanan bir yağlama sıvısı ile doldurulur plevral membranlar. Bu sıvı zarların birbirine yapışmasını önleyerek akciğerlerin esnekliklerini korumasına yardımcı olur.
Diyaframın Görevleri: Solunumda birincil kas olan diyafram , akciğerlerin hemen altında bulunur ve kısmen alt kaburgalara sokulur. Göğüs boşluğunu karın boşluğundan ayırmanın dışında, kubbe şeklindeki tabaka kasları, inhalasyon sırasında göğüs boşluğunun tabanında daralma ve yassılaştırma yoluyla hayati bir rol oynar; hava ile göğüs boşluğunu boşaltmak için göğüs kafesini birlikte çekerek akciğerlerine acele edin.
Gaz alışverişi yapıldıktan sonra diyafram gevşer ve kaburgaya ve akciğerlere baskı yapan orijinal kubbe şekline geri dönerek karbondioksit dolgulu havanın solunum yollarından dışarı atılmasına neden olur.
İnterkostal Kasıların İşlevi; Kaburgalar arasında yer alan 22 çift küçük kas, interkostal kaslar nefes alırken kaburga hareketini izlemeye yardımcı olur.
Dolaşım sistemi kan, kalp ve damarlardan oluşur. Karaciğer ve dalak sisteme dolaylı olarak katılırlar. Sindirilmiş besin maddelerinin ve oksijenin hücrelere ulaştırılmasını ve hücrelerde oluşan atık maddelerin ve karbondioksitin hücrelerden uzaklaştırılmasını sağlayan sisteme dolaşım sistemi denir. (7) Dolaşım sistemi, açık dolaşım sistemi ve kapalı dolaşım sistemi olmak üzere ikiye ayrılır. Bizim gibi gelişmiş canlılarda, kapalı dolaşım sistemi bulunur. Kapalı dolaşım sistemi; atardamar, toplardamar, kılcaldamar ve kalpten oluşur.
İnsan dolaşım sisteminde kan, bir tam dolaşımda kalpten iki kez geçer. Küçük dolaşım kanı kalp ile akciğer arasında taşır; sistemik dolaşım yani büyük dolaşım da kanı kalp ile vücudun diğer bölümleri arasında taşır.
Vücut dokularından dönen kan kalbin sağ kısmından akciğerlere, karbondioksitten temizlenip oksijen kazanması için, pompalanır. Akciğerlerden gelen oksijenli temiz kan da tekrar vücuda pompalanmak üzere kalbin sol kısmına gönderilir ve böylece küçük kan dolaşımı tamamlanmış olur. Kalbin sol kısmına gelen taze kan da vücuda yayılmak üzere büyük damarlara pompalanır (büyük dolaşım) ve bu döngü bu şekilde devam eder. Bir insanın vücut ağırlığının 1/13'ü kandır. Beyin bütün vücut kan akımının % 20′sini almaktadır. Her bedende ortalama 5-6 litre arası kan bulunur ve saatte yaklaşık 340 lt. kan pompalanır.
Kalpten ve akciğerlerden geçen kan akışına biz göz atalım
Bildiğimiz tansiyon, büyük dolaşımın tansiyondur. Sol kalp etkilenir. Pulmoner hipertansiyon ise küçük dolaşımın tansiyondur. Sağ kalp etkilenir.
Damar genişletici etkiye sahip ilaç, madde.
İnsan, hayvan ve bitkilerin yapısını ve bu yapıyı oluşturan türlü organlar arasındaki ilişkileri araştıran, inceleyen bilim. Anatomist; bu bilim dalı uzmanı.
Enflamasyon, inflamasyon, yangı veya iltihaplanma bağışıklık sisteminin organları enfeksiyondan ve yaralanmadan korumaya çalışması esnasında meydana gelir. İltihaplanma, canlı dokunun her türlü canlı, cansız yabancı etkene veya içsel/dışsal doku hasarına verdiği hücresel, sıvısal ve damarsal bir seri yanıttır. İltlhaplanmanın amacı, vücudun iyileşmeye başlaması için hasarlı dokunun yerini belirlemek, etkenleri yok etmek eğer etkenleri yok edemiyorsa vücuttan ayrı tutmak ve hasarlı dokuları ortadan kaldırmaktır.
Bir doku ya da organın hasarı nedeniyle, onarım ya da tepki sonucunda bağ dokusu oluşması.
İlgili bağ dokusunun hastalığı.
Konu olan organda, dokuda elastikiyet kaybı. Ateroskleroz; atardamarların elastikiyetlerini kaybetme hastalığı yani kan basıncına karşı damarın göstereceği reaksiyon olan, genişleme ve daralma fonksiyonlarında problem gibi
Hastalığın oluş nedeni, kökeni ile uğraşan bilim.
Kişinin soluk almada güçlük yaşadığını garketmesidir. Nefes darlığı. Normal bir kişi dakikada 16 solunum yapar ve her solunumla 500 cc hava alıp, verir. Sakin solunumla solunum kaslarının tükettiği enerji tüm enerjinin %5’inden az iken dispnede bu tüketim %25 ve daha fazlasına ulaşır. Oldukça sık görülen bir belirti olan nefes darlığı, 3 organ sistemindeki ciddi sorunlara bağlı olabilir: Solunum, kalp damar ve kan sistemi.
Kandaki oksijen eksikliğinden kaynaklanan deri ve muköz zarların mavimsi renk değişikliğidir. Morarmasıdır. Kalpten vücuda pompalanan kan normalde oksijenden zengindir ve açık kırmızı renkli olur. Ancak siyanoz ile karakterize olan kalp hastalıklarında, vücuda pompalanan kan, normalin tersine oksijenden fakir, koyu renkli bir kan halini alır. Bu durumda il önce dudak çevresi veya parmak uçları morarır.
Kan dolaşımıyla ilgili hareketleri içeren, kan dolaşımını ve kan dolaşımı etkileyen faktörleri konu alan bilim dalıdır.
Belirli bir nüfusta, belirli bir zaman dilimi içerisinde, belirli bir hastalık veya hastalıkların yeni olgularının sayısını ifade eder. Sski vakalar hesaba katılmaz.
Toplumdaki hastalık, kaza ve sağlıkla ilgili durumların dağılımını, görülme sıklıklarını ve bunları etkileyen belirteçleri inceleyen bir tıp bilimi dalıdır. Sağlığı geliştirmek ve hastalıkları azaltmak için sağlık bilgilerini toplamak, yorumlamak ve kullanmak bu bilim dalının amaçlarındandır.
Bir hastalığın belli bir popülasyon içinde belli bir süre aralığında eski ve yeni olgularıyla birlikte görülme oranı veya yaygınlığı.
Patoloji kelime anlamı itibarıyla (pathos= hastalık, logos= bilim) hastalık bilimidir. Hastalıklar sonucu organlarda, hücresel düzeyde meydana gelen değişiklikleri inceler. Mikroskop altında hücrelerin görünümleriyle hastalıklara tanı koyar.
Canlıların dokularını inceleyen, biyolojinin bir dalı. Doku bilimi.
Hastalıklı dokuların yapılarını inceleyen bilim dalı
Bitki, hayvan ve insan organlarını meydana getiren, şekil ve yapı bakımından benzer olup, aynı vazifeyi gören, birbirleriyle sıkı alâkaları olan aynı kökten gelen hücrelerin topluluğu. İlkel canlılar bütün hayatları boyunca bir tek hücre olarak kaldıkları halde yüksek organizmalar çok sayıda hücrelerin bir araya gelmesi ile meydana gelmiştir.
İntrensek. İç kaynaklı. vücudun veya organın kendi yapısından gelen. Kendi içinde doğan, nedeni kendisi olan.
Damar Sertliği (Arteriyoskleroz) ifade eder. Oksijen ve besin taşıyan kan damarları esnek ve elastiki bir yapıya sahip olduğu için ihtiyaca göre daha fazla kan akışıa müsade etmek için genişler. Ancak arter damarlarının içeriye doğru kalınlaşması ve sertleşmesi durumunda ve dokularımızın ihtiyaç duyduğu kan akışını kısıtlanır.
Ateroskleroz, arteriyosklerozün bir alt türüdür. Bazen terimler birbirinin yerine kullanılıyor. Ateroskleroz, kan akışını kısıtlayabilen, arter duvarlarında yağların, kolesterolün ve diğer maddelerin yani plakların birikmesini ifade eder.
Atardamarları (arterleri) etkileyen, elastikiyetlerini kaybetme yani kan basıncına karşı damarın göstereceği reaksiyon olan genişleme ve daralma fonksiyonları hastalığıdır. Yaygın olarak "damar sertleşmesi" olarak adlandırılan arteriosklerozun bir türüdür. Orta boy ve büyük arterlerde görülen "aterom" veya "plak" olarak adlandırılan yapısal bozukluklardan (lezyonlardan) oluşur. Aterom, hangi safhada olduğuna bağlı olarak çeşitli yapılar barındırabilir:
Aterom, damarın yüzey tabakası kalınlaşmış büyük bir alanının ortasında bulunan, yumru gibi, yumuşak sarımsı bir birikimdir. Arter lümenine yakın noktalarda makrofajlardan oluşur. Bunun altında bazen kolesterol kristalleri ve ilerlemiş lezyonların tabanında kireçlenme (kalsifikasyon), hatta bazen kemikleşme de olabilir. Ateroskleroz, ateromların, içi yumuşak, dışı sert yapısından dolayı Yunanca athero- (lapa) ve -sclerosis (sertleşme) sözcüklerinden türetilmiştir.
Aterosklerozun nasıl başladığına dair iki hipotez vardır. Bu iki hipotezi de destekleyen bulguların varlığına bakılırsa muhtemelen ikisi de en azından kısmen doğrudur.
Lipit hipotezi
Kan plazmasında bulunan LDL endotelin içine sızıp yükseltgendiği (oksitlendiği) zaman kalp hastalığı için risk oluşturur. LDL oksidasyonuna etki eden karmaşık biyokimyasal reaksiyonlar zinciri vardır, bunlar en çok, endotelde bulunan serbest radikallerden kaynaklanır.
Damar duvarının hasar görmesi, bir yangı tepkisi doğurur. Bir akyuvar türü olan monositler kandan gelip arter duvarının içine girer, ayrıca trombositler de duvara yapışır. Ardından, monositler değişime uğrayıp makrofaj olur, bunlar da oksitlenmiş LDL'yi içlerine alarak zamanla "köpük hücre"lere dönüşür. Böyle adlandırılmalarının nedeni sitoplazmaların içinde çok sayıda kesecik (vezikül) ve yüksek miktarda lipit birikmesidir. Mikroskop altında lezyon artık bir yağ çizgisi olarak görünür. Köpük hücreler sonunda ölür ve bu yangı sürecini daha da yaygınlaştırır.
Ateromdaki kolesterolün kaynağı LDL'dir. Dokulardaki kolesterolü karaciğere geri taşıyan HDL miktarı az ise bu LDL birikiminin başlattığı süreç daha da hızlanır. Köpük hücreleri ölünce içlerindeki kolesterol ve diğer lipitler ateromda birikmeye başlar.
Köpük hücreleri ve trombositler düz kas hücrelerinin hareketini ve çoğalmasını teşvik eder; düz kas hücrelerinin yerine kollajen gelir ve bu hücreler de köpük hücrelerine dönüşür. Lipit birikintileri ile damarın intima tabakası arasında koruyucu bir fibröz örtü oluşur.
Kronik endotel hasar hipotezi
Russell Ross ve John Glomset tarafindan öne sürülen (İngilizce Response to Injury olarak adlandırılmış olan) bu hipoteze göre endotel tabakaya hasar veren herhangi bir etmen, trombositlerin endotel altına girip yapışmasına neden olur, ardından monosit ve T lenfositler gelir, bu hücrelerin salgıladığı büyüme faktörleri düz kas hücrelerinin mediadan intimaya geçip orada çoğalmasına, bağ dokusu ve proteoglikan imal etmesine ve fibröz plak oluşturmasına neden olur.
Bu iki hipotez birbirini dışlamaz. Oksitlenmiş LDL endotel hücrelerine toksik olduğu için bir hasar unsuru sayılabilir. Ayrıca yenilenen endotel hücreler tamamen normal olmaz ve plazmanın LDL'nin endotel tabakada alıkonmasına neden olabilir. Ancak kronik endotel hasar hipotezi lipit kökenli olmayan (örneğin enfeksiyon sonucu) aterom oluşumlarına açıklama getirir. Detay için; Vikipedi-Ateroskleroz
Hastanedeki gözlem
Bir hastalık için tanı koydurucu değeri oldukça yüksek olan bulgular
Çok hızlı soluk alma
Damar tıkayıcı
Yerel hastalık salgını
Dünyayı etkileyen hastalık salgını
Vücut yüzeyinde bulunan, vücut yüzeyi ile ilgili
Bir doku ya da organın hacminin, temel yapı taşları olan hücrelerindeki büyüme nedeniyle artmasıdır. Hücre sayısı aynıdır.
bir doku ya da organın büyüklüğünün hücrelerinin sayısındaki artış sebebiyle artmasıdır.
Arter duvarında iç tabaka (intima)’nın iltihabı süreçleri
bir kas veya kas grubunun yada içi boş organların (mide, ince bağırsak, sfinkterler) ani ve istemsiz kontraksiyonu (kasılması). Ani bir ağrı eşlik eder.
Bir hastalığın başlangıcından; en erken safhasından gelişimine kadar olan olaylar serisidir.
Genişleme
Vazomotor tonu diye de adlandırılır. Kan damarı duvarının gerilmesine yanıt olarak kan damar duvarlarının içindeki düz kastaki gerilim miktarıdır. Kan dolaşımından sorumlu olan vasküler kasların genel gerilme durumuna karşılık gelir. Damar duvarlarındaki gerilme miktarı damarları daraltır veya genişletir. Vasküler kasların anormal kasılmalarına vazospazm denir.
Sinirlerin ileti vemesi veya alması
Eisenmenger sendromu; kalpteki deliklere bağlı gelişen sol-sağ şantın, sağ kalbin hipertrofisine bağlı tersine dönmesidir. Sol sağ şantına sebep olan bütün doğumsal yada edinsel kalp hastalığının tedavi edilmediği takdirde varacağı noktadır, temel sebep akciğere giden kanın, damarlara yaptığı normalden fazla basınç nedeniyle akciğer damarlarının çevresindeki kasılabilme yeteneklerini kaybetmesi, gittikçe artan basınca karşı koyamaması sonucunda, damardan sızan kan sonucunda akciğerde kan göllenmesi ve damarlar çevresinde geri dönüşsüz bir doku olan fibrozis olmasıdır.
Tri- (üç) cuspis (uç yada diş; kapakların görünüşü dişe benziyor)
Oksijenlenmek için gelen kan, sağ kulakçığa girdi. Kan kalbin kan sağ karıncığına aktı. Triküspit kanın geri kaçmaması için kapağı kapatıyor. Sağ karıncık kasıldı ve kan akciğere pompaladı. Ancak kalp ile akciğer arasında oluşan basınç nedeniyle kanın hepsi akciğere gidemedi. Bir kısmı triküspit kapığından, sağ kulakçığa geri kaçtı. Bu durum Triküspit yetmezliği (TY). Yetmezlik arttıkça derecesi de yükselik.
Triküspit yetmezliği, aşağıdaki sonuçları doğurur;
Kalbin pır pır etmesi. AF en sık rastlanan kalp ritm bozukluğudur. Kalp içerisinde pıhtı oluşabilir ve pıhtı beyne atasa felç yapma ihtimali vardır. Aynı zamandan barsak damarları, kol veya bacak damarlarına da atabilir.
Damar yapısının resimde olduğu gibi yeniden yapısal biçimlenmesine remodeling denir. Damar yapısı kan akışını engellemeyecek şekilde dışarıya doğru yeniden biçimlenirse pozitif remodeling. Damar yapısı kan akışını engelleyecek şekilde içeriye doğru yeniden biçimlenirse negatif remodeling denir.
Damarlar vücudun dokulara, organlara okisjen ve besin taşınan otobanlarıdır Yuvarlak kan hücrelerinin geçişine uygun bir bir yapısı vardır. Alyuvarlardaki oksijen taşıyıcı protein olan hemoglobinin anormalliği sonucu alyuvarların orak (hilal) şeklini almasıyla oluşan otozomal resesif (arızalı geni hem anne taşıyor hem de baba taşıyor. Ebeveynlerden birisi taşırsa arızalı geni, hastalık geçmiyor. Kişi taşıyıcı oluyor.) kalıtılan genetik bir hastalıktır. Bu orak hücre akciğerlerin arter damalarını tıkadığında PAH'a neden olabilir.
Başka bir tıbbi durum olmaksızın gelişen, belirlenmiş bir nedeni olmayan. Nedeni kendisi olan hastalıkları ifade eder.
Genellikle bacaktaki bir venden akciğere gelen bir kan pıhtısı nedeniyle gelişir. Vücudun bir bölümünde oluşur. İlk oluştuğu yerde kalan kan pıhtısına tromboz (trombüs) denir. Kan dolaşımı ile vücudun başka bir bölümüne seyahat ettiğinde ise emboli adını alır. Tromboembolizm ise kan pıhtısındaki emboli yüzünden kan akışının ciddi anlamda azalmasıdır.
GEBELİKTE İLAÇ KULLANIMINDA FDA RİSK SINIFLAMASI | |
A | Hamile kadınlarda yapılan kontrollü çalışmalarda gebeliğin ilk trimesterında (üç ayında) fetusta (cenin) herhangi bir olumsuzluk göstermeyen ilaçlar. |
B | Hayvanlar üzerinde yapılan deneylerde fetal risk ortaya çıkarmayan ancak insanlarda kontrollü çalışma yapılmamış olan ilaçlar |
C | Hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalarda istenmeyen etkiler saptanan ancak insanlarda kontrollü çalışma yapılmamış olan ilaçlar ya da hayvan ve insanlar üzerinde hiç çalışılmamış ilaçlar. Riski bilinmiyor. Kar/zarar oranı göz önünde bulundurularak kullanıla bilir Ya da: Hayvan deneylerinde olumsuz etkiler saptanmış, ancak insanlara ait veri yoktur. |
D | Fetus üzerinde olumsuz etki riski yarattığı konusunda kanıtlar olan ancak gebe kadınlarda kullanımından elde edilecek yararın bilinen bu riske karşın kabul edilebilir olduğu ilaçlar. |
X | Hayvanlarda ve insanlarda yapılan araştırmalarda kesin doğum kusurlarına yol açtığı kanıtlanmış ilaçlardır. Gebelik sırasında kesinlikle kullanılmamalıdır. |
Bir nesnenin biçim, şekil ve yapı özelliklerinin karakteristiğini inceleyen bilim dalı.
Hücrelerin çoğalması, artması
Esneklik sağlayan kollajen ve elastin üretiminin sağlayan ve ayrıca ciltte herhangi bir hasar meydana geldiğinde, organizmanın yara tedavi sistemini harekete geçirmekle görevli bağ dokusunun temel hücreleridir.
bir şeyin normal kabul edilen sayısal adedinin üzerinde olması. Mesela PAH'ta damar katmanların da yer alan hücrelerin sayısının normalin üzerinde artışını ifade eder. Bu yüzden damar daralır.
Doğal, bulunduğu yerde. Yerinde yapılan. Ya da hücre içinde henüz etrafa yayılmamış.
Enfeksiyonların (veya enfeksiyon gibi tepkimenin) meydana geldiği dokular, üçüncül lenfoid organlar olarak adlandırılabilir. Aktive edilmiş lenfositler, efektör hücreler olarak ikincil lenfositlerden enfeksiyon bölgesine göç edebilir. Bağ dokusunun en küçük hareketli hücreleridir.
Yapısal bozukluk
Damar veya sinirin ağ şeklinde öbeklenmesi. Kuaförde, berberde yerde gördüğümüz karman çorban saç öbekleri şeklinde damar veya sinirlerin yapılanması.